100 TL ve Üzeri Alışverişte Kargo Ücretsiz
Bu eser, Balkan Yarımadası’nda, 20. asırda olaylara bizatihi şahitlik eden ve Türkiye-Balkan devletleri arasındaki siyasi olaylarda aktif rol oynayan birinin kaleminden gelişmelere eleştirel ve çözüm odaklı bir yaklaşım esas alınarak hazırlanmıştır. Balkan Yarımadası, 19. asırdan itibaren, kölecilik ve sömürgecilikle kapitalistleşip zenginleşen, yeni coğrafyalarda pazar arayan, Osmanlı’yı Avrupa’dan atmak isteyen Batılı güçlerin hedefi haline gelmişti. Farklı dini ve etnik toplumların asırlarca barış içinde yaşadığı bölge, milliyetçi ve ayrılıkçı akımlar, Batılı devletler ve Rusya’nın desteği ile yükseliş dönemine girmişti. 19. asrın ilk yarısında, önce Yunanistan ve Sırbistan Osmanlı'dan koparılarak bağımsız bir devlet haline getirilmiş, zamanla bu iki ülkeyi, Karadağ, Bulgaristan ve diğerleri takip etmişti. 20. asırda 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde çok önemli devlet liderlerinin güç gösterileri yaptığı, faşizme, ırkçılığa, göçlere ve savaşlara şahitlik eden bir bölgeye dönüşmüştü. Kitapta böylesine önemli ve kadim coğrafyada varlığını devam ettiren Balkan halklarının tarihini, kültürünü, millet olma mücadelesini ve diğer milletlerle ilişkilerini okurken aynı zamanda yaşadıkları göç ve acılara da şahit olacaksınız.
Birçok kişinin bir türlü tamamını şekillendirip yorum yapmadığı, yapamadığı Orta Doğu, Filistin, İsrail, su krizi, Kürt meselesi, barajların oluşturduğu fayda ve zararlar gibi birbirinden farklı gibi görünen konuların takdimi çok zordur. Hele ki, kaynayan kazan Orta Doğu gibi bir coğrafyada, sudan sebeplerle savaş çıkarken ve ABD verilerine göre su savaşlarının ilk çıkma ihtimali olan yer iken; hiç kimse, kapalı kapılar ardında yazılmış bir senaryonun sahneye konulduğunun farkında bile değildir. Orta Doğu’da yapılan hataların ve gelişen birçok olayların, ülkemizdeki olaylara çok benzediğine şahit olduğunuzda, “ülkemizin gerçekten yeni barajlara ihtiyacı var mı?”, “Munzur ve Ilısu Barajlarına farklı bir bakış gerekmiyor mu?”, “Türkiye`nin su politikası, Orta Doğu`yu ve özellikle Filistin-İsrail savaşını nasıl etkiler?” sorularının cevaplarını arayacak ve neticede, ibret için bile yazılması gereken bir bölüm olduğuna siz de inanacaksınızdır.
“Doğumundan ölümüne kadar birey, üç farklı dünyanın uyarımları ile hayatını şekillendirirken, her uyarım için ayrı bir yapıya, ayrı bir bireye ve ayrı bir kimliğe bürünür. Bir yanda doğumundan itibaren kendine eşlik eden yaratısal etkiler (genetik yatkınlık), psikolojik etkiler ve yaşamsal tecrübeler ile oluşup gelişen ego-kimliği, bir yanda ait olduğu sınıfın, mesleğin, çevrenin sınırlarını belirlediği sosyal kimliği, diğer yanda ise içinde yaşadığı toplumun normları, gelenekleri, yasaları, inançları, toplumsal davranış ve tutumları, kolektif hafızanın oluşturduğu kültürel kimlik. Her birey, üç farklı başkarakteri canlandıran aktör gibidir. Hangi rolün birey tarafından daha çok içselleştirildiği ve gündelik hayata yansıtıldığı, bireyin kişilerarası iletişim stratejisini belirlemektedir.” Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve farklı üniversitelerin öğretim elemanları ile lisansüstü öğrencilerinin bir araya gelerek kişilerarası iletişim disiplinine mütevazı bir katkı sağlamak amacıyla kaleme aldıkları “İletişim Çalışmaları” adlı eserin devamı olan bu çalışmada; kimlik konusunun algı boyutu ele alınarak, aynı uyarımların her bireyde nasıl başkalaştığına değinilmiş, ego kimliğinin öznelliği, imaj yönetiminin ardındaki nedenleri vurgulanmıştır. Her bir uyarımın başka bir atıfa, başka bir imgeleme, farklı bir anlama dönüşmesinin ardındaki bireysel, toplumsal, geleneksel, yönetimsel ve ideolojik etkenler ele alınmıştır.
“1952 senesinde, mezun olduktan bir yıl sonra Amerika’ya yolladılar. Şimdi, o günkü Türkiye’den bir insanı New York’a götürün. Nasıl şaşırdığını tahmin edemezsiniz. Tabii bize hep şunu öğrettiler: Bir Türk cihana bedeldir. Bir Türk on düşmana bedeldir. Ondan sonra gittik Amerika’ya... Dev binalar, muazzam medeniyet. Onun karşısında sorgulamaya başladık, bunu bize öğretenler doğru mu diye... 1952 senesinde Amerika’da elektrik mühendisiydim. Hava hatlarını gördüm. İnanır mısınız, 1952 senesinde Türkiye’de bir tane enerji nakil hattı yoktu. Bütün şehirler izole... Birçok şehirde de elektrik yoktu. Bugün 1950 senesinin elektriğini ya iki, ya üç günde üretiyoruz. Tabii, onları görünce müthiş bir eziklik hissediyor insan. Bizden o kadar ileride bir toplum ki, her şeyleri var. Televizyon çıkmış, bizde yok. 1952‘de gittiğim Amerika’da ilk defa televizyonu gördüm. Ondan sonra da üzülüyorsunuz, nasıl olacak da biz bu ileri topluma yetişeceğiz diye...” Turgut Özal “Türk siyasi tarihinde Türkiye-ABD ilişkileri söz konusu olduğunda ismi geçen liderlerin belki de en başında Turgut Özal gelmektedir. Turgut Özal’ın, 12 Eylül askeri darbesinden sonra gelen ilk sivil başbakan olması ve Türkiye`nin değişimi ve dönüşümünde üstlendiği roller, kendisini Türk siyasi tarihi için önemli bir figür haline getirmiştir.”
Sosyolojinin önemli isimlerinden İbn-i Haldun, “Coğrafya kaderdir.” demiştir. İnsanlar, doğduğu coğrafyayı, dinini, ailesini, yılını seçemediği gibi kuşağını da seçemiyor. Böylelikle de insanın kuşağı, kaderi de olmuş oluyor demek, hiç de yanlış olmayacaktır. Her kuşağın farklı bir hikayesi ve dili olduğu gibi, kendine özgü bir kültürü de bulunmaktadır. Tarihler kuşakları, kuşaklar da tarihleri şekillendirmektedir; bu nedenle kuşak, toplumların sosyolojisinin bir nevi güncelleme dönemidir. Yazar Falih Rıfkı Atay`ın, “Bugünkü kuşak, benim kuşağımın bir hikayesini dinlemelidir.” sözünde olduğu gibi, kuşakları anlamak, geçmişi anlayıp, kendini geleceğe hazırlamak için önemli bir adım niteliğindedir. Kuşakları anlamak, sizin gibi olmayanları da anlamayı sağlamaktadır. Kuşakları anlamayanlar ise geleceği yanlış okuyabilmekte ve yanlış adımlar atabilmektedir. Z kuşağı, ülkemizin %30.6’sını oluşturmaktadır. Bu oran da yaklaşık 26 milyona denk gelmektedir. Seçim sistemimize baktığımız zaman, Z kuşağının 2021 yılında seçim olursa; yaklaşık %8.5, 2022 yılında seçim olursa; yaklaşık %10.5; 2023 yılında seçim olursa yaklaşık %12.6 oranlarında oy potansiyeli olduğunu belirtmek istiyorum. %1 oyun bile çok önemli olduğu günümüzde, Z kuşağının siyasete olan bakışını anlamanın, siyaset arenasında olmazsa olmaz olduğu gayet net bir şekilde ortadadır. Buradan tüm partilere sesleniyorum. A partisiyle mi yoksa B partisiyle mi ittifak yapsak diye kara kara düşünmeyi bırakın. Gelin, Z kuşağıyla ittifak yapın. Hem sizler kazanın hem de demokrasimiz ve ülkemiz kazansın. Bu kitapta, benim, yaklaşık olarak 4 yıllık güncel Z kuşağı analizlerimin özetini okuyacağınız gibi, kitabımı, bilimsel verilerle zenginleştirerek belki de en kapsamlı Z kuşağı araştırmasını yapmış, çıkan sonuçları da sizlerle paylaşmış bulunuyorum. Çok şükür ki, 4 yıllık analizlerimin büyük bir çoğunluğunun da araştırma sonuçlarıyla örtüştüğünü görmek, beni fazlasıyla mutlu etti. Araştırmamızı yaparken, hata payını en aza indirecek yöntemlerle, ülkemizin farklı bölgelerinden oluşan örneklemimizle ilerledik. Bununla da kalmadık; odak grup ve indepth görüşmeler yöntemiyle de Z kuşağına mensup yüzlerce gencimizin düşüncelerini dinledik. Bu doğrultuda, 15 yaşında, Erzurum`da yaşayan Begüm kardeşimizle de; 20 yaşında, İstanbul`da üniversite okuyan Fatih kardeşimizle de görüşmeler gerçekleştirdik. Bununla da bitmedi; kitabımızın bazı konu başlıklarında, konunun uzmanlarından görüşler de alarak, sizlere Z kuşağını daha da yakından anlatmaya gayret gösterdik. Titiz bir çalışmayla hazırlanmış bu değerli eseri okuduğunuzda, apolitik olarak adlandırılan bir neslin, toplumların “Yeni Siyaseti”ni oluşturacağı gerçeğiyle karşılaşacak, Z kuşağını yeniden tanıyacak ve onları kazanmak için ne yapmanız gerektiğini tüm detaylarıyla biliyor olacaksınız. “Z’nin Siyasetini Anlamayan, Asla Kazanamaz.’’ Zafer Küçükşabanoğlu
Selçuklu Sultanı Alparslan 1071 tarihinde Malazgirt’te Anadolu’nun kapısını Türklere açan zaferi kazandı. Bundan sonraki 100 yıl içerisinde Bizans, Türkleri Anadolu topraklarından atabilmek, Anadolu’ya yeniden hâkim olabilmek için sürekli olarak saldırılar düzenledi. Ta ki 1176 yılına kadar… Bizans İmparatoru Manuel, Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’ı kesin bir yenilgiye uğratmak ve Türkleri Anadolu’dan atmak, kaybettikleri topraklara yeniden sahip olmak için büyük bir orduyla Konstantinopolis’ten yola çıktı… Mağrur imparator ve ordusu Sultan Kılıçarslan’ın büyük savaş dehası ve stratejisi sayesinde Miryokefelon’da tuzağa düşürüldü. Selçuklu ordusu, Bizans ordusunu kesin bir yenilgiye uğratarak tamamen imha etti. Bu zaferle 1071’de kapısı açılan Anadolu’nun 1176 yılında tapusu alınmış oldu. Bizans bu yenilginin ardından Türkleri Anadolu’dan atma hayallerinden vazgeçerek savunmaya çekildi. Hasan Bayraktar, 1176-Arslan Yatağı romanında Anadolu’yu arslan yatağı haline getiren bu muhteşem zaferi kaleme aldı.
Güneşin batışından tekrar doğuşuna dek geçecek birkaç saatlik sürede en fazla neler yaşanabilir, nelere şahit olunabilir? Bu romanda; kadim teamülün moderne, müjdeci çağrının korkuya, hakikatin ise zulme karşı mücadelesine şahit olacaksınız. Beka; Avrupa ile Asya'nın arafında, İstanbul'un tam ortasında ve Temmuz'un 15'inde, gecenin karanlığına mağlup olmayanların hikâyesini anlatıyor…
“Ben bir karış toprak dahi satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Millet bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüştür. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmıştır. Türk İmparatorluğu bana ait değildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem.” II. Abdülhamid Hân Bizler de Sultan Abdülhamid Hân’ın kandan ve candan torunları olarak, Sultan dedemizin izinde aynı şuurla hareket edeceğimizi dosta düşmana duyurmak ve bir kez daha haykırmak istiyoruz: “Vatan toprağını namus biliriz vazgeçmeyiz. Müslümanlığın mührü vurulmuş bir yerden gönlümüzü çevirmeyiz.”
İngiliz tarihçi Arnold Toynbee Batı medeniyeti karşısında İslâm dünyasının pek şansı olmadığını söyler. İslam dünyası için iki seçenek vardır. Ya Roma’ya başkaldıran “Zealot” modeli ya da teslimiyetçi “Herodian” modeli. Zealot modelinde yabancı güç karşısına son model silahlarla çıkıp üstün taktiklerle savaşa giriştiğinde ve bu karşılaşma durumu kötüye gittiğinde kendi geleneksel savaş taktiklerini titiz şekilde uygulayandır. Herodian ise kendisinden hünerli ve daha iyi silahlanmış birisiyle karşılaştığında geleneksel savaş taktiklerini bırakarak düşmanın taktik ve silahlarıyla savaşmayı öğrenen insandır. Tanzimat ile başlayan bu Herodian yaklaşım Cumhuriyetin ilk yıllarında etkisini iyice artırmıştır. Sultan Abdülhamid Hân ise iyice zayıflayan devleti çağın gereklerine uygun bir şekilde yeniden organize etmeye çalışırken Osmanlı medeniyetinin tarihsel misyonuna sahip çıkmış, manevi yönden yapmış olduğu değerlendirmeler ile devleti ve milleti derleyip toparlamaya gayret etmiştir. Sultan II. Abdülhamid, dünyanın son evrensel hükümdarlığı olan Osmanlı Devleti’ni mutlak güçle yöneten son Osmanlı padişahıdır. O’nun tahttan indirilmesi esasta Osmanlı’nın da vedasıydı.
Ayasofya’yı yapanlar hangi düşünceler ile bu ihtişamlı yapıyı göğe yükseltmişlerdi? Onlar bu mabedi bizim de iman ettiğimiz Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmayı ümit ederek yapmışlardır. Ayasofya’nın içinde bulunan Hz. İsa, Hz. Meryem, Hz. Yahya, Cebrail, Mikail, İsrafil bizlerin de kabul ve tasdik ettiği isimler değil midir? Ayasofya, Allah’a (c.c.) iman eden bir toplumun O’nun rızasını kazanmak için yapmış olduğu muhteşem bir eserdir. Osmanlı Devleti nasıl ki kuruluşunda Bizans’ın değerlerini alarak kendi değerleri ile birleştirip daha ileri bir medeniyet inşasında bulunduysa Ayasofya’da Tür-İslam mimarisini etkilemiş ve seyrini değiştirmiştir. Bu kitap başından beri bir İSLAM MABEDİ olan Ayasofya’nın görkemini ve az bilinen bazı özelliklerini anlatmak için kaleme alınmıştır.
Kur’an’ın bizlere lütfettiği hususlardan biri de “tarihî olay”lardır. Bu olaylar, insanoğlunun gelişme seyriyle paralellik gösterir. Kur’an belirli bir zümreye değil bütün insanlığa gönderilmiştir. Tarih bilimi de bütün insanlığı ilgilendirir. Meydana gelen olayların hiçbirisi tesadüfen, sebepsiz ve amaçsız değildir. Kur’an, bu sebeple insanlık tarihinden, ibret alınması gereken örnekler sunarken, aynı zamanda çözüm yollarını göstererek insanlığın bu amaçla, tarihi araştırmasını ister. Kur’an’ın tarihe bakışı geçmiş ve gelecek açısından bir bütünün parçası olarak görülmelidir. Kur’an Allah kelamı olduğu için nasıl ki Allah zamana ve mekâna bağlı ve tabi değilse Kur’an’ın tarihe bakışı da zaman ve mekân kavramını aşarak bütün zamanları kuşatan bir hüviyet taşımaktadır. Kur’an’ın neredeyse her sûresinde bir tarihî olay anlatılır. Anlatılan tarihi olayların hemen hepsinde “inananlara öğüt”, “akledenler için delil”, “düşünenler için ibret” şeklinde vurgulamalar yapılır. Bu tür ifadeler, tarihî olayların insanlar tarafından bilinmesi gerekliliğini vurgulayan ifadelerdir. Kur’an’da zikredilen ve tarihe ait olaylar insanların ve toplumların hakikat arayışında ve insanın dünya üzerindeki yürüyüşünde geleceğini inşâ etmesinde önemli bir rehberdir. Kur’an açısından tarih, sadece geçmiş olayların kronolojik bilgisini vermez. Doğru Tarih Kur’an insanın manevi olarak olgunlaşmasını da sağlayan bir düstur verir.
Osmanlı İmparatorluğu; 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı’ndan sonra yaşadığı çalkantı, kargaşa, başıbozukluk, öngörüsüzlük ve diğer sebeplerle vahim olaylar yaşadı ve ardından Ermenilere ıslahatı öngören iki antlaşmaya imza atmak zorunda kaldı. Batılı güçler, o iki antlaşmayla Osmanlı’dan, Ermenileri Kürtler ve Çerkeslerden koruma sözü ve taahhüdü istiyordu. Bu madde, Ermenileri iştahlandırdı; önce ıslahat, ardından da bağımsız bir devlete kapı aralayacağı umudu onları daha da saldırganlaştırdı. Ermeni tehcir olaylarının arka yüzünü eleştirel bir dille gözler önüne seren yazar; Ermenilerin, Anadolu’dan göçüp giderlerken arkalarında bıraktıkları kanlarının yasını yüreklerine nasıl kazıdıklarını yazarın dilinden yaşayarak öğreneceksiniz. “Milletimizi suçlamayınız; Türkiye’de Ermeni kırımı değil, bir Türk – Ermeni (mukatelesi) vuruşması vardır. Arkadan vurdular, biz de vurduk.” Ziya Gökalp
Tarihin akışını değiştiren… Toplumları ve insanları etkileyen… Yüzlerce olay oldu… Lakin… Kahramanlıklar dışında… Yaşanan acıları anlatmak… Hep kaçınılan bölümdü… Bu kitapta; bugüne kadar öğretilmemiş, bilinmesi istenmemiş, tarihte yaşanan birçok olayın perde arkasında insanların yaşadığı acılar ve yıllardır bizlerden saklanan gerçeklerle karşılaşacaksınız.
Toplumların geçmişi hakkında bilgi aktarma ve bunun ışığında kimi zaman aynı topluma gelecek tayin etme yetilerine sahip olan tarih yazımı ya da tarihçilik, kendisine yönelik birçok eleştiriye maruz kaldı. Buna göre; tarihçilik, üstlendiği misyon kapsamında yalnızca neden-sonuç ilişkisi bağlamında geçmişten aktarımlar yapmak ile mükellef iken modern okumalarda bir anlatı (nerratİve) olarak her halükârda hakkaniyeti öncelemiyor olabilir. Tabii tarih biliminin kendisine yöneltilen bu eleştiri, yaşayan tüm insanlar için dikkate alınması gereken bir husustur. Öyleyse modern zamanlarda toplumları ayrıştırmak ve yönlendirmek için bir araç olarak kullanılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan tarihçilik, yalnızca klasik tarih perspektifinde ele alınmamalı, anlamayı ve anlaşılmayı kolaylaştıracak diğer ihtisaslara da gereğince başvurulmalıdır. Bu yüzden, Türk-Ermeni ihtilafında dünya genelinde kamuoyu oluşturacak kadar büyük bir karmaşaya sahip olan kriz ortamı, yalnızca arşiv incelemesi ya da karşılaştırmalı değerlendirmeler ile çözüme kavuşamayabilir. Eserini, geçmişinin onda dokuzunu barış içinde yaşayıp son yüzyılında uluslararası siyasete kurban gitme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türk ve Ermeni ilişkilerinin geleceği hakkında yazan yazar, olayları realist bir bakışla ele alarak her iki toplum için de İyi olanı bulmayı amaçlamıştır
İslâm peygamberinin “razı olmadığı” kıbleye, ümmetin vechi neden döndürülmek isteniyor? Tarih boyunca hangi peygamber, diğer peygamberlerin ümmetini öldürün demiştir? İsrailoğulları`nın vaat edilmiş toprak meselesi nedir? Hz. Musâ ve beraberindekiler, neden 40 yıl çöllerde kaldı da vaat edilmiş topraklara giremedi? Yahudiler seçilmiş mi yoksa lanetlenmiş mi? Yahudilerin beklediği mesih gelirse Yahudileri mi, yoksa Yahudilerin zulmü altındakileri mi kurtaracaktır? Tanrıyı kıyamete zorlamak mı? Hangi mekir, Allah’ı kıyamete zorlayabilir? Hz. İsâ çarmıha gerilmediyse Yahudiler masum mu? Nasıl okunabilir Rabb`in ezgisi kan ve gözyaşı ile ıslanmış topraklarda?
Tarih, geçmişten ders çıkararak geleceği inşa etmek olduğuna göre yanlış öğrenilen ve öğretilen bir tarihten gelecek inşası yapmak çok zordur. O halde, tarih sadece geçmişimizi değil geleceğimizi de ilgilendirmektedir. Çünkü bu coğrafyada ayakta durmak zor bir iştir. Bunu başarabilmek ve aynı hatalara tekrar düşmemek için tarihimizde olan hadiseleri, özellikle Sultan Abdülhamid Hân dönemindeki olayları hakikati ile öğrenmek ve öğretmek mecburiyetindeyiz. Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu Efendi’nin hazırlamış olduğu bu kitap, bizlere bu açıdan değerli bilgiler vermekle kalmıyor, birlikte yaşamak ve ülkemizi ileriye taşımak konusunda da ümitlerimizi arttıran detayları vermektedir. Bu eseri okuduğunuzda; Sultan Abdülhamid Han ve Osmanlı, neden bu kadar çok tartışılıyor, Osmanlı`ya yapılan düşmanlık neden kaynaklanıyor, sorularının cevaplarını bulacak ve tarihe dair daha önce okumadığınız gerçeklerle göz göze geleceksiniz.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla ilişkiler Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim Öğretim Üyeleri, doktora ve tezli yüksek lisans öğrencileri ve diğer üniversitelerden bilim insanlarının katkıları ile hazırlanmış bu eser, artık 21. yüzyıla damgasını vurmuş olan iletişim çalışmaları içinde önemli bir yer kaplayan kişilerarası iletişim ile ilgili temel kavram ve yaklaşımları ele almaktadır. Multidisipliner çalışma alanı olması vesilesiyle kişilerarası iletişim, toplum içinde yalnızlaşan insanın gündelik ve sosyal olaylarına eleştirel bir gözle bakarken, disiplinlerarası yapısı ile sorunlara çözüm arar. Bu doğrultuda kişilerarası iletişim, her bir bireyin yaşamında önemli bir yere sahiptir. Gelişen teknoloji ile birlikte, toplumda meydana gelen teknolojik bağımlılık, sosyal ve kültürel duyarsızlık hiç kuşkusuz kişilerarası iletişim biliminin önemini artırmaktadır. “Kişilerarası İletişim Güncel Yaklaşımlar ve Kuramsal Temeller” adıyla yayınlanan bu kitap ile kişilerarası iletişim nedir, ne değildir? sorusuna vurgu yapılarak, geçmişten günümüze kadar kişilerarası iletişimin gelişim süreci ve kişilerarası iletişimin psikolojik boyutları incelenmiştir. Ayrıca algı, ikna, tutum, hermenötik, retorik gibi kavramlar derinlemesine analiz edilerek kişilerarası iletişime etkisi analiz edilmiştir. İmgelerarası ve kültürlerarası kavramlar ile eser bir anlamda kültürlerarası iletişim sürecinde kültürlerin etkileşim ve dönüşümlerini de ele almaktadır.
Dijital Göçmenler Kimler? Dijital Sağırlık Değişen Suç Tanımı! Dijital Kölelik Gerçeklik İlkesinin Yitimi Dijital Zombilik Yapay Zeka ve Aile Katil Robotları Durdurun! Dijital Ekonominin Vergi Ödemeyen Kralları! İletişim tasarımcısı Murat Dağıtmaç ve Nöropsikolog Şehadet Ekmen dijital dünyanın geçmişi, şimdisi, geleceği; insanlığa getirileri, insanlıktan çaldıkları ve insan psikolojisine etkilerini her yönüyle ele alan bir kitap yayımladı. “Dijital Psikolojik Devrim” adıyla Motto Yayınları tarafından satışa sunulan kitap; hem dijital devrime yetişebilmek hem de olumsuz etkilerinden korunabilmek adına önemli tavsiyeler içeriyor. “Başıma İcad Çıkar!” Kitabın önsözünde, tüketirken tükenen bir toplum olmamak için bazı ihtarlar yer almakla beraber çocuklarımıza sıklıkla kullandığımız “Başıma icat çıkarma!” sözünü “İcat çıkar!” sözüyle değiştirmemiz gerektiği de vurgulanıyor. Türkiye’deki Gençlerin Tüm Davranış Şekilleri Kayıt Altında Dünyada en çok kullanılan mesajlaşma uygulamalarının da haritalandırıldığı kitapta; sosyal ağ kullanımıyla, ülkemizdeki 16-24 yaş arasındaki gençlerin tüm davranış şekillerinin hem sosyolojik olarak hem de psikolojik olarak çıkartılmış olduğu iddiası yer alıyor. Sanal Alemde “Online” Olan Ölüler: Dijital Zombiler Ölen kişilerin sosyal medyasını aktif hale getirerek onların hâlâ hayatta olduğu ve yaşamlarına devam ettiği algısı yaratan bu çalışmalar ilk kez 2007 yılında ortaya çıkıyor. Amerika’da bir okulda ölen öğrencilerin arkadaşları ve aileleri onların Facebook’ta “yaşıyor” olarak görünmelerini talep ediyor. Amerika’da bulunan Eternime ve LifeNaut adlı şirketler bu alanda çalışmalarını sürdürüyor. Kişiye ait tüm bilgiler ve geçmişindeki tüm dijital hareketler veri olarak alınıyor, yapay zeka algoritması kullanılarak ölenlerin sanal alemde online olacağı yeni bir ‘SİZ’ avatarı meydana getiriliyor. Microsoft araştırma merkezinin siber ya da dijital olarak nitelediği bu yeni “siz”lerin öğrenmeye ve evrimleşmeye devam edeceğini söylüyor. Dijital Din / Yapay Zekânın Görünmeyen Güçlerle Ruhani Bağlantısı Yapay zekânın tüm iş kollarında aktif hale gelip insanları işsiz bırakacağı söylemi, kitapta daha önce üzerinde fazla durulmamış bir konunun başlığa taşınmasına sebep olmuş. “Dijitalleşen Din” adında açılan başlığın altında ilk olarak “Sosyal Medya Dindarlığı” ele alınmış. Aynı ana başlık altında ele alınan bir diğer konu ise “Dijital Dünyada Olmayan Din!” Yazarlar bu noktada şu soruyu yöneltiyor: “Yapay zekâlı bir robot imam olabilir mi? İmamın âkıl-bâliğ olması şartı, erkek olması şartı vb. kurallar göz önüne alındığında bu robotun arkasında namaz kılmak caiz mi?”.
İnsan hayatına giren her yenilik, beraberinde toplumsal anlamda büyük değişimlere neden olmuştur. Toplumun her bir ferdi de teknolojik gelişmeler ile büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Kendi kurallarını dayatan teknoloji ve sosyal ağlar, daha fazla görünür olma arzusunu, daha fazla beğeni almayı, paylaşarak var olmayı tetiklemiştir. Toplumun alışkanlıkları, davranışları, tepkileri de gelişimle paralel olarak değişmiştir. Tarım toplumu, sanayi toplumu derken teknolojik gelişmeler, iletişim teknolojilerinin hızına yetişmesi imkânsız dönüşümleri; tüm bireyleri ağ içerisine alan, akıllı telefonlarla bütünleşmiş, sanal ile gerçek arasındaki dünya arasında, içinde yaşayan bir duruma getirmiştir. Bu çağda toplumlar hiç olmadığı kadar birbirine yakınlaşmış, bireyin küreselleşmenin getirdiği bir boyutu ile zaman ve mekân kavramları da zihinsel olarak farklı bir hale gelmiştir. Bu değişimdeki küreselleşme olgusu; teknolojik gelişmelerle birlikte, sunduğu akıllı telefonlar ve tüm dünyada kullanılan benzer uygulamalar ile tüm toplumu da benzeştirmiştir.
Dünya geçmişine kısaca göz gezdirdiğimizde bir savaşlar tarihiyle karşılaşırız. Bu savaşların pek azı amaçsız gerçekleşmiştir. Özellikle sömürgeci imparatorlukların, evren üzerindeki doğal kaynaklara umarsızca hücum etmeye başladığı tarihten bugüne dek, insanların tükenmek bilmeyen doyumsuzluğu çok daha açık bir şekilde gözümüze çarpmaktadır. Savaşları ilginç kılan durum ise; bir enerji arayışı uğruna insanların yıllarca sürecek savaşlara girip bu savaşların yakıtını da yine bir başka kaynakları sömürerek elde etmek zorunda kalmalarıdır. İnsanoğlunun bitmek bilmeyen enerji isteği, bir döngü haline gelerek yeryüzünü bir felaket sahnesine çevirmektedir. Bugün bu felaketi, hayatlarının her anında, her zerresinde hisseden, belki de bizim habersiz olduğumuz milyonlarca insan yaşamaktadır. Bu felaketin izini ise küresel ısınma iddialarında aramamıza gerek yok. Felaket, Asya Kıtası’nın kalbindedir. Yaklaşık elli yıl önce Dünya`nın en büyük gölü olan Aral, bugün sularının yüzde doksanını yitirmiş durumdadır. Hiroşima halen akıllarda, Halepçe ise hemen yanı başımızda iken; her an bir Çernobil daha yaşamayacağımızı kim garanti edebilir? Irak’ta, Afganistan’da, Orta Asya`da ve Dünya’nın belki de ismini bile şimdiye kadar duymadığımız birçok yerinde, zihnimizin alamadığı vahşet dolu gelişmeler yaşanmaktadır. Her gün yüzlerce kişinin katledildiği haberini televizyonlardan duymak doğal kabul edilir olmuşken; bu çatışmaların, vahşice kıyımların altında tek bir gerçek yatmaktadır: Enerji. Artık enerji için ise devir, BİYOKİMYASAL SAVAŞ devridir. Keşke, savaşmanın bile ahlâki kuralları olsaydı.
Din, insanın ve tabii dolayısıyla toplumun her iki dünyasını da şekillendiren en başat unsurlardan biridir. Tarih boyunca öyle ya da böyle herhangi bir “inanç” taşımayan herhangi bir toplumun varlığı bilinmemektedir. Bu sebeple, ister peygamber olsun ister olmasın “din kurucuları” her toplumda en önde gelen kişiler durumundadır. Dinin sahibinin, kâinatı yaratan Allah olduğuna inananlar için, mensubu bulundukları dini kendilerine “getiren” ve “öğreten” kişiler peygamberlerdir. Haliyle inanan bir insan için “inandığı” peygamber, hayatındaki en önemli insandır ve onun hayatı, kendisi için yegâne modeldir. İşte bu eserde, peygamberlerin hayatlarının birer yansıması olan hadislerin nasıl okunması gerektiğini Ebû Süfyan-Herakliyus görüşmesi rivayeti örneğinden anlatan yazar, eserin sonunda bir hadisin bize neler anlattığını açıklayıcı bir şekilde anlatmaktadır. Böylelikle, her örendiğiniz hadisin, aslında devrine ve zamanına göre çok başka şeyler anlattığını göreceksiniz.
Son peygamber Hz. Muhammed içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak dünyaya geldi, ulvi görevinde başlayıncaya kadar da büyük ölçüde onlar gibi yaşadı. Bu sebeple içinde doğduğu ve yaşadığı ortamın iyice bilinmesi, Hz. Peygamber'in ve mesajının daha iyi anlaşılması ve yorumlanmasına çok önemli katkılar sağlayacağı muhakkaktır. Hz. Muhammed'in içinde yaşadığı ortamı tanımanın en iyi yollarından biri de şüphesiz ki, O'nun "yakınları" olan insanları tanımaktır. Hz. Muhammed'in soyu ağacını tanıtmak aslında öz itibariyle Hz. Peygamber'i tanıma arzusunun bir sonucudur. İslam tarihinin özellikle Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemlerinde bir şekilde adlarını duyduğumuz - okuduğumuz insanların Hz. Peygamber'in "nesi" olduğunu bilmek, hem bu kişilerin içinde bulundukları olayları ve hadisleri değerlendirmede, hem de Hz. Peygamber'in onlara karşı tutumlarını anlamada bize yardımcı olacaktır. Bu araştırmada, kendilerinden özgeçmişleri bağlamında bahsedilen 234 kişi ile bunların etraflarında adları geçen yaklaşık 950 kişinin Hz. Peygamber ile olan "yakın"lığını bulacaksınız...
Derdimiz dünya mı, ahiret mi? Allah rızası mı, nefsin sevdası mı? İlk olarak buna karar vermeliyiz. Peygamber Efendimiz`in davet metodunu çok iyi bilmeli, kırmadan dökmeden sevdirerek herkesi kucaklayan bir davet metoduna yani kolaylaştırma ve müjdeleyeci olma özelliğine sahip olmalıyız. Psikolojik travma geçiren insanların yeri geldiğinde danışmanı, bekar gençlerin evlendirilmesi hususunda arabulucu, aralarında kavga olan insanları barıştıran, sırrını bile emanet edebileceği güvenilir bir dost, borcu olanın zor durumunu gidermek için zenginden para alıp fakire veren bir aracı, eşler arasındaki kırgınlığı ve dargınlığı giderebilen bilge bir insan olmalıyız. Noterlik vazifesinden tutun, sulh mahkemesine, psikiyatristlikten sosyologluğa, hoca efendiliğinden tutun yani normal rehabilitasyonda çalışan bir uzman gibi, imam hatiplik böyle zorlu ve zevkli bir görevdir. Çünkü biz hayatın bütün merkezinde ve alanlarında İslam’ın nefesinin olması gerektiğine inanan insanlarız. Cemaatin çocuklarıyla çocuk oluyorsunuz, dertleriyle dertleniyorsunuz, hastaları ve cenazeleriyle ilgileniyorsunuz, düğünlerinde ve bayramlarında bu insanların yanında oluyorsunuz… Bundan daha zevkli bir şey yoktur. Allah’ı sevmeyen zaten itaat etmez ve Efendimiz’in sünnetine riayet etmez. İnsanları sevip onlara değer vereceksin. Sevmeyi, sevilmeyi ve sevdirmeyi bilen insan huzurludur.
Freud’dan Dyserinck’e kadar çok uzun bir yol kat etmiş olan imge incelemeleri, imgenin karmaşık yapısı gereği edebiyattan psikolojiye, iletişim bilimden sosyolojiye, tarihten siyaset bilime pek çok bilim dalının inceleme alanını kapsar. Bu çok yönlülük, imgenin bir yandan ötekini tanımlamak için kullanılan bir kavram olarak ele alınmasına, diğer yandan ise, bir algılama şekli olarak tanımlanmasına neden olmuştur. Bir anlamda her bilim dalı kendine özgü bir imge tanımı ve buna bağlı olarak imge inceleme yöntemi belirlemiştir. Bu çalışmada ise imge incelemeleri; "İmge, bir edebiyat incelemesidir" görüşünü benimseyen Fransız ekolünün, "İmge, bir tarih veya sosyoloji incelemesidir" görüşündeki Amerikan ekolünün ve son olarak da "İmge incelemesi, karşılaştırmalı edebiyat içinde bir bilim dalıdır" görüşünü öne süren Alman ekollerinin dışında farklı bir yaklaşımla ele alınmıştır. Bu çalışma ile imgebilim; edebiyat, göstergebilim, dilbilim, psikoloji, felsefe, güzel sanatlar vb. ilim dallarından ayrıştırılarak kendi metodolojisi ve kuramları ile yeni bir bilim dalı olarak ele alınmıştır. Prof. Dr. Serhat Ulağlı "Öteki'nin Bilimine Giriş - İmgebilim" kitabında imgebilimi Fransız, Amerikan ve Alman ekollerinden farklı olarak “disiplinlerarası yeni bir bilim dalı” olarak yeniden şekillendirmiştir.
Elinizdeki bu kitap sadece interseks ve eşcinsellik konusunu değil heteroseksüel cinsellik konusunu da ele alıyor. Cinselliğin norm ve norm dışı yönlerini bütüncül bir inceleme ile okuyucusuna takdim ediyor. İdeal cinselliğin formüllerini; Dünya sağlık Örgütü’nün tarif ettiği cinsel sağlık kriterleri çerçevesinde, somut vaka örnekleri eşliğinde, bilimsel veriler ışığında ve multidisipliner bir yaklaşımla sunuyor. Dolayısıyla hem içeriği hem mutidisipliner yaklaşımı ve hem de takdim şekli bakımından alanında bir ilktir. Ayrıca ergen, genç, erişkin, ebeveyn ve/ya adayı toplumdaki herkese hitap ediyor. Çünkü konu ile ilgili her çağı ilgilendiren onlarca soruyu sistematik bir şekilde cevaplıyor; İnterseks ile eşcinsellik arasındaki farklar nelerdir? Cinsel kimlik ve alt bileşenleri nelerdir? Cinsiyete özgü [heteroseksüel] cinsel kimlik ne zaman ve nasıl geliştirilir? Ebeveynin cinsel kimlik geliştirme sürecindeki rolleri nelerdir? Ebeveyn hataları eşcinsellik için nasıl bir risk oluşturur? Eşcinsellik genetik midir? Eşcinselliğin nedenleri nelerdir? Eşcinsellik önlenebilir mi? Nasıl? Günümüzde çocuklar ve ergenler için artan riskler nelerdir? Çocuğun cinsel eğitiminde ebeveynin devredilemez rolleri nelerdir? Anne-babaların cinsellik/eşcinsellik ile ilgili ölümcül hataları nelerdir? Çocukta cinsel eğitim hangi yaşta başlamalı ve nasıl olmalıdır? Ergenler ve erişkinler için cinsel eğitimin temel ilkeleri nelerdir? İdeal cinselliğin formülleri nelerdir?
Tarih boyunca ulusal devletlerin temel görevleri arasında kabul görünen güvenlik politikaları; değişen dünya anlayışıyla paralel bir değişim sürecine girmiştir. Bu sebeple değişen dünya düzeniyle siber dünyayı daha iyi tanımlayabilmek, ulusal verilerimizden siber güvenliğimize kadar nasıl değişim sağladığımızı ve eksiklerimizi görüp nasıl bir politika üretmemiz gerektiğinin önerilerini sunan bu eser, dijital milli güvenlik ve istihbarat alanında yazılmış eserler içerisinde türlerine göre farklılık barındırıyor. Aynı zamanda yazar, eserinde siber alanın artık bireylerin özel hayatlarıyla sınırlı kalmayarak dijitalleşen dünyanın içerisinde, ülkelerin dijital mahremiyetine yönelik de bir tehdit algısı oluşturduğunu anlatmaktadır. Bu sebeple her ülkenin, dijital güvenlikle ilgili çalışmaları ve güçleri olduğu gibi, ulusal düzeyde ülkemizin de çalışmalarının olduğunu eserinde anlatan yazar, ülke olarak üretilen dijital politikaların hangi yönde eksiklerinin olduğunu ve nasıl geliştirilmesi gerektiğini öneriler halinde sunarak ulusal düzeyde siber güç olmanın ve bu gücün denetlenmesindeki operasyonel bakışların neler olması gerektiğini de çarpıcı bir bakış açısıyla okurlarına aktarmaktadır.
Küresel bir din olan İslam’ın mensupları Müslümanlar elbette küresel düşünecekler, elbette küresel dertleri olacak ve küresel ölçekli direniş hatları oluşturacaklar. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslümanlar barış ve huzur için direniyor. Bazen kantarın topuzunu kaçırıyor, bazen haddi aşıyor, bazen feci yenilgiler de alıyor. Ancak direniyorlar. Kora kor direniyor, mücadele ediyor, koy vermiyor, boş vermiyorlar. Gazeteci yazar Mustafa Uzun, direniş erleri ile uzun süredir görüşüyor, konuşuyor, kucaklaşıyor. Avrupa’nın göbeğinde görüştüğü direnişçiler de oldu, Afrika’nın içlerinde, Gazze’nin sokaklarında, Moro’nun dağlarında, Patani’nin ormanlarında da kucaklaştığı liderler oldu. Kimi silahını konuştururken çoğunluğu kalemini, fikrini, kamerasını konuşturuyor. Hepsinin silahı farklı ancak hepsi yürekten konuşuyor. Farklı alanlarda uzmanlaşan bu şahısların arasında Cumhurbaşkanı da var, Başbakan da. Şehit yürekler de var, küresel şer odakları tarafından terörizm iddiasıyla aranan isimler de. Tarihe düşülen kayıtlar bu kitapta…
Dünyanın; bağrında sakladığı onca zenginlik, yeryüzünün kalkınması için büyük bir ümit olabilecekken, ele geçirip sahip olma dürtüsü her şeyin önüne geçti. Son yüzyılların neredeyse tüm savaşları madenler için yapıldı; sunî ayrımlar yaratıldı, halklar birbirine kırdırıldı, haritalar yeniden çizildi, sınırlara kan sızdı. Okuyacaklarınız, keşke kötü bir filmin senaryosu olsaydı; ama bu hikâye, Avrupalının, Orta Afrika’ya geldiği bilinen ilk tarihten itibaren başlayan kurgu dışı bir gerçeklik. Elinizde bulunan bu kitap, toplanan bilgilerin sadece küçücük bir kısmıdır. Bu bilgilerin bir kitap haline getirilme arzusu ise; öncelikle Avrupalının, insan olarak ve ülke olarak, davranış mekanizmalarında tekrarlanan benzerlikleri, taktikleri ve bunların sebep olduğu sonuçları, bütün çıplaklığı ve birçok detayları ile gösterme arzusudur.
İslam tıp külliyatının önemli bir kısmını oluşturan bahnameler, genel olarak cinsellik, cinsel yaşam, cinsel istek / işlev bozuklukları ile bu husustaki koruyucu, destekleyici ve tedavi edici uygulamaları konu edinirler. İslam tıp tarihi boyunca bu alanda yazılmış ve klasik literatürde kendisine yer bulmuş eserlere ve yazarlarına göz atıldığında, konunun ne derece önemsendiği hakkında bir fikir edinilebilir. Bu nedenle hiç şüphesiz, okuyacağınız bu eser, cinsel yaşamdaki geleneksel tedavi yöntemlerinin, günümüz tıp literatüründe nasıl karşılık bulduğunu sizlere gösterirken; aynı zamanda aydın bilgiler ışığında cinsel yaşantınızın bir rehberi olacaktır. Ve tabii, bir Osmanlı sultanının cinsel yaşam rehberini günyüzüne çıkaracaktır.
Maalesef bu kitapta da, Batı ülkelerinin acımasız yüzünü bir kez daha göreceğiz. Dünya, istesek de istemesek de, kitap içinde yerleri ve gerekçeleri belirtilen birçok yeni petrol savaşına daha tanık olacaktır. Peki, Batılıların kendi ülkelerinin çıkarlarını korurken uyguladıkları kanlı metotlara, siyasi taktiklere, ikiyüzlülüklere kızmalı mıyız? Ben kızmamayı, kendi eksik ve kusurlarımızı görüp bunlardan dersler çıkartmayı tercih ediyorum. “Gelecekte aynı hataya düşmemek için ne yapılmalıdır?” sorusunun cevabını, ülkemiz adına, süratle aramak ve bulmak da, belki en sağlıklı yollardan biridir. Düşüncelerim ve eldeki veriler doğru ise ve tahminlerim de doğru çıkarsa; gelecek hiç de parlak olmayacak. Düşündüklerim, sanki Disneyland’daki çarkı geri çevirmek gibi; ve biz, her çark dönüşünde, “Eskiden ne kadar mutluyduk; şunlarımız bunlarımız vardı, şu işi ne kadar kısa sürede yapıyorduk.” ile başlayan birçok cümle kuracağız; istesek de istemesek de! “Yok canım!” diyorsanız, şimdi arkanıza şöyle bir yaslanın, nefes alın, zira sizi, şimdi olmaz gibi görünen ama yakında kapımızı çalacak bir tehlikeyle; “Petrolsüz Dünya” ile karşı karşıya getireceğim.
Türkiye’de 90’lı yıllarla birlikte özel televizyon kanalları hayatımıza girdi ve televizyonlardaki dini yayıncılık anlayışı resmi ideolojiden sıyrılarak zaman içinde değişim geçirdi. Özellikle tematik kanalların kurulması ile birlikte daha önce yer verilmeyen ya da sınırlı bir şekilde yer verilen dini içerikli programlar televizyonlarda yer almaya başladı. Toplumun önemli bir ihtiyacını karşıladığı görülen bu programlarda yer alan vaizler öyle ilgi gördü ki program konuğu olmaktan sunuculuğa, tematik kanallardan merkez medyaya transfer oldular. Kendi hayran kitleleri, takipçileri olmaya başladı. Konuk oldukları tüm platformlarda bir star gibi karşılanmaya, ilgi görmeye, özellikle Ramazan ayının aranan isimleri olmaya başladılar. Zamanla aldıkları ücretler, sorulan sansasyonel sorulara verdikleri cevaplar gündem oluşturdu. Böylece “POPSTAR VAİZLER” dönemi din ve medya ilişkisi ile ilgili tüm tartışmalara başka bir boyut kazandırarak başladı. Tüm bu yönleriyle POPSTAR VAİZLER çalışmasının dini programların kanal ve izleyici üzerindeki etkilerinin sosyo-ekonomik açıdan incelenmesiyle oluşan belirsizliği gidermede son derece önem arz ettiği muhakkak kaçınılmaz bir gerçektir.
“Maden Savaşları”, “Petrolsüz Dünya”, “Enerji Kan Kokuyor”, “Sular Kızıl Akacak” ve “Enerjiye Açılan Karanlık Kapılar” adlı kitapların yazarından soluk kesecek bir kitap daha.2010 Yılında Ortalığa Sürülen Wikileaks’in Ülkemiz ve diğer ülkeler için açıkladığı belgelerin tesadüfen açıklanmadığı, bazı ülkelere aba altından sopa göstermenin bir tekniği olarak piyasaya şuurlu olarak sürüldüğünü sonuçlarıyla göreceksiniz. ABD, 2001, İkiz Kulelerin Vurulması küçük ölçekli bir iç savaş mıydı? Afganistan, Eroin Ticareti, Maden Ticareti, Tacikistan, Atom Bombası Yapımı ile ikiz kulelerin vurulması arasındaki Bağlantılar var mıdır? Derin Dünya Devleti gerçekten var mı? Suriye olayı bir Derin Dünya Operasyonu mu? Ülkemizde Her Nükleer Santral ihale sonrası Askeri Darbe, Muhtıra, Post modern darbe, Kalkışma yaşanmasının sebepleri nelerdir? Nabucco projesi neden hayal oldu? Kıbrıs Doğalgazları; Ülkemizi bekleyen esas tehlike nedir? Yarbay Ralph Peter kimdir? Büyük Ortadoğu Projesi ile bağlantısı nedir? ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice “Ortadoğu’da haritalar değişecek” cümlesini niçin söylemişti? Ne oldu? Arap Baharı’nı kimler planladı? Sonuçları kimlere yaradı? Yok olan Tarım, Hayvancılık, Madencilik, balıkçılık, Sularımız, Yanlış Enerji tercihlerimiz, iç göçler ve sorguladığımız birçok şey!
Akademik bir çalışma olan bu eser içerisinde günümüz popüler kültürünü derinden etkileyen bilgilerin tarihi ve mitolojik karşılıklarını bulacaksınız! Yüzüklerin efendisi, Hobbit gibi film ve kitaplarda karşımıza çıkan Elfler, Cüceler; Marvel ve Yenilmezler Serisi’nin başkahramanı Thor, Odin, Loki; Vikingler dizisindeki Ragnar Lodbrok, Kemiksiz Ivar, Paris kuşatması; Ragnarok filmindeki kıyamet anlatısı ve daha nicesi… Viking tarihi, mitolojisi, askeri teknolojisi, ahlak ve din anlayışları, büyüleri, edebiyatları, müzikleri, Türklerle ilişkileri, ilginç savaş teknikleri, giyim kuşamları aile ortamları, hukuk anlayışları ve tüm toplumsal hayatları… Onlarla ilgili birçok sorunuzun cevabını, belki de Türk Edebiyatında yapılmış en kapsamlı telif eser olan Vikingler çalışmasında bulacaksınız.
80,00 TL
40,00 TL
50,00 TL
40,00 TL
60,00 TL
90,00 TL
70,00 TL